Gazeteci Ahmet Altan, gazeteci Prof. Dr. Mehmet Altan ve gazeteci Nazlı Ilıcak‘ın haklarında verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının Yargıtay tarafından bozulmasının ardından yapılan yeniden yargılamada karar duruşması görüldü. Yargıtay’ın bozma kararının ardından görülen duruşmada karar açıklandı. Ahmet Altan’ı “örgüte üye olmamakla birlikte bilerek yardım” suçundan 10 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı, suçun niteliği ve tutuklulukta geçirdiği süre gözetilerek tahliyesine karar verildi. Nazlı Ilıcak’a “örgüte üye olmamakla birlikte bilerek yardım” suçundan 8 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırıldı, suçun niteliği ve tutuklulukta geçirdiği süre gözetilerek adli kontrolle tahliyesine karar verildi. Delil elde edilemediğinden dolayı Mehmet Altan’ın beraatine hükmedildi. Davada Fevzi Yazıcı ve Yakup Şimşek’e 11 yıl üçer ay, Şükrü Tuğrul Özşengül’e de 12 yıl hapis cezası verildi.
Önceki duruşmada, mahkeme heyeti Yargıtay’ın bozma kararına uymaya hükmetti. 26. Ağır Ceza Mahkemesi tutuklu sanıklar hakkındaki tahliye taleplerini reddederken, tutuksuz sanık Mehmet Altan hakkındaki yurt dışı çıkış yasağı kaldırdı.
Duruşmada, savcı celse arasında verdiği mütalaasını tekrar ederek, tutuklu sanıklar Nazlı IIıcak ve Ahmet Altan hakkında “Örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmamakla birlikte silahlı terör örgütüne bilerek isteyerek yardım etmek” suçundan alt sınırdan uzaklaşılarak 5 yıldan 10 yıla kadar hapisle cezalandırılmalarını talep etti. Tutuksuz sanık Mehmet Altan hakkında ise beraat verilmesi talep edildi. Mütalaada diğer sanıklar Tuğrul Özşengül, Fevzi Yazıcı ve Yakup Şimşek’in ise “örgüt üyeliği” suçundan 7,5 yıldan 15 yıla kadar hapsi istendi.
Savunmasına başlayan ve halen tutuklu olan Nazlı Ilıcak, “Sanki üç yıl boyunca yargılanmamışız gibi ilk mütalaadaki iddialar tekrar edilmiş” gibi dedi. Ilıcak şu sözlerle devam etti:
“Özgür Bugün” diye bir gazetede çalıştığım iddia edilmiş, öyle bir gazete yok. Bugün gazetesinde çalıştım.Türkiye’de çok sayıda darbe oldu, ilk defa “darbenin medya kolu” diye bir icat çıkarıldı. Birbirini tanımayan insanlar “darbenin medya kolu”nda yer aldı. Bir başka icat da “üye olmamakla birlikte bilerek yardım” maddesinin gazetecilere uygulanmasıdır. Sırrı Süreyya Önder ve akademisyenler “propaganda”dan yargılandılar ve AYM ihlal kararı verdi. Mehmet Altan’la bana yöneltilen bazı iddialar örtüşmektedir. Onun için beraat talep edilirken, çıktığımız program benim için suçlama talebi yapılırsa eşitlik ilkesi zedelenmiş olur.
“Eren Erdem’in tahliyesiyle 220/7’den tutuklu yargılanan kalmadı”
“Hakkımızda yeterli delil olsaydı zorlama delillere ihtiyaç duyulmazdı”
“Benim fiilim değil, ben cezalandırılıyorum”
“Umarım savunma hakkıma tecavüz edilmemiş olur”
“Bu çürük delilleri bir kez daha huzurunuzda reddediyorum”
“Bir savcının sanığa yönelttiği suçu bizzat kendisinin işlediğini itiraf ettiği bir mütalaa okudum”
“İddialar da yargılamalar da kanıtsız yapıldığı için savcı aklına geleni rahatça söyleyebilir”
“Meydanlarda yakılmamı, çarmıha gerilmemi de talep edecek misiniz?”
“Erdoğan’ı eleştirmek nasıl oluyor da “darbecilere yardım” olarak nitelenebiliyor?”
“Savcı Muhammed Ensar Bulutoğlu’nun beraatimi isteyen mütalaasını okurken hukuk açısından çok garibime giden bir noktaya öncelikle değinmek istiyorum.Savcı Anayasa Mahkemesi Genel Kurul Kararı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Yargıtay 16. Ceza Dairesi kararı ile hukuken çöp sayılan ve geçen duruşmada da benim deli saçması olarak nitelediğim iddianamedeki iddiaları yukardaki yargı kararları yokmuş gibi aynen tekrarlamakta beis görmemiş. Nedenini gerçekten anlayamadım ? Anlayamadım çünkü şimdi unutturulmak istense de o gözaltı ‘subliminal mesaj’ vermek gibi mizahçılara konu olan bir suçlama ile başladı. Ne oldu o ‘subliminal mesaj’ hikayesi ? Ayrıca o iddianameyi hazırlayan ve Perşembe gecesi İzmir’e tayini çıkan 35 yaşındaki iddianame savcısı Can Tuncay soruşturmanın gizliliğini yok sayarak şahsım aleyhine gerçeğe aykırı yakıştırmalarla rezil bir algı operasyonu yürüttü.
Örneğin ,çok eski seyahatlerden kalmış ,üçte biri yırtık, tedavülden kalkmış bir doları, ahlak ve utanmayı bir kenara koyarak lekeleme aracı olarak kullandı.
“Beni gözaltına almak için hukuka kezzapla saldırmış birinden bahsediyorum”
Örneğin, göz altına aldırdığı tarihten dört yıl önceki bir konferansı bahane ederek, emrindeki iki polise tutturduğu bir tutanakla delil imal etmeye kalktı. Bunlarla yetinmedi evrakta da sahtecilik yaptı. Beni gözaltına almak için hukuka kezzapla saldırmış ve anayasal güvencelerimi bıçaklamış birisinden söz ediyorum. Duruşma savcısının mütalaasında tekrarladığı manasızlıklar böyle bir savcının marifetleri. Tabii bu süreçte bu savcı benzeri insanlar çok. Dosyada bunların kimler olduğu ,anayasayı nasıl ihlal ettikleri, hukuku nasıl yok saydıkları tüm çıplaklığıyla belli ama en azından bugün konumuz onlar değil.
“Bu çetenin öncelikli hedefi ise hep anayasa oldu”
Sadece bu süreçte kasıtlı bir şekilde bu zulmün parçası olan herkese sormak gerek ‘bir gün yargılanırsanız aynı hukuksuzluğun ve uyguladığınız bu zulmün muhatabı olmak ister misiniz?’. Şunu da hatırlatmak isterim, iddianame savcısıyla ilgili sıraladığım bütün bu rezaletler belgelenmiş ve HSK’ya iletilmiştir. Şikayetlerimizin hepsi HSK önünde şimdilik uyusa da, hukuk devleti geri geldiğinde ülkenin düşünce insanlarına yönelik bu düşmanlık hukuk açısından gerektiği gibi değerlendirilecektir. Buna da eminim.Burada garipsediğim mahkeme savcısı Muhammed Ensar Bulutoğlu’nun her bir suçlaması yüksek yargı organları tarafından satır satır lime lime edilmiş , yok hükmündeki iddianame heyezanlarını tekrarlamak yerine ,neden Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Yargıtay 16. Ceza Dairesinin iddianame ve yargılama sürecine ait kararlarını öne çıkarmadığıdır. Genişçe söz etmediğidir. Bunu başarabilseydi yazdığı mütalaa daha normal ,daha anlamlı ve tabii ki çok daha hukuksal olurdu.Mütalaasında tekrar ettiği iddianame, yasal iddianame olmadığı için anayasal haklarımın ihlal edildiği saptandı ve Yargıtay da beraatime hükmetti. Bu dava süreci boyunca anayasal sistemi yok saymak isteyen bir iradenin, devlet içinde fiilen çaba gösterdiğine şahit oldum. Bu çetenin öncelikli hedefi ise hep anayasa oldu. Çok tehlikeli bir biçimde anayasa hükümlerini yok saymak istediler. Hakkımda Anayasa Mahkemesi Genel Kurul Kararı gene Anayasa’nın 153. Maddesi gereği herkesi bağlar. Savcının bu kararı hızla geçip, çöp olmuş bir iddianame safsatasını garip bir şekilde uzatarak tekrarlamasını bu açıdan tehlikeli bulurum. Bu bağlamda çok vahim hukuksal bir başka skandalı da gecen duruşmada yaşadık. TBMM Adına davaya müdahil olduğunu beyan eden daha sonra da AKP Beylikdüzü ilçe başkan yardımcısı olduğu anlaşılan kişi anayasanın 153. Maddesini yok sayarak benim için pişkince ‘ağırlaştırılmış müebbet’ hapis cezası verilmesini isteyebildi.Üstelik bunu yasamayı temsil ettiğini söyleyerek yaptı.
Demokrasiyi savunduğunu sandığım bir dönemde tanışıklığım da olan TBMM Başkanı Mustafa Şentop’un titrinin ‘anayasa profesörü’ olduğunu da anımsatmak isterim. Benim için hiç bir katılanın bu davanın bu aşamasında müdahil olamayacağı da Yargıtay 16.Ceza Dairesi’nin bozma kararında hüküm altına alınmıştır. Anayasa gereği benim ile ilgili hiçbir kurumun davaya katılma hakkı yoktur. Mahkemenin de anayasaya uyarak benim için katılan sıfatıyla hiçbir kurumun burada bulunamayacağını karar altına alması gerekir. Bu vesileyle Yargıtay 16.Ceza Dairesi de anayasayı ihlal eden kurumlardan bezmiş ve bunalmış olmalı ki bozma kararının bir bölümünü ‘AİHM VE AYM kararlarının bağlayıcılığına’ ayırdığına da dikkat çekmek istiyorum.
“Bana tazminat ödenmiş olmasına rağmen hala mağduriyetlerim devam etmektedir”
O bölümde, kararın 31. Sayfasında ‘AİHM’e göre bu, Mahkemenin bir ihlal bulduğunda davalı devletin sadece Sözleşme’nin 41. maddesine göre hükmedilen tazminatı ödeme yükümlülüğünü değil bunun yanında AİHM tarafından bulunan ihlalin ortadan kaldırılması için iç hukukta bireysel ve/veya -gerekiyorsa- genel tedbirler alma ve başvurucuyu, Sözleşme ihlal edilmemiş olsaydı bulunacağı duruma mümkün olan en yakın konuma getirecek şekilde ihlalin etkilerini telafi etme yükümlülüğünü de barındırmaktadır (Del Rio Prada/İspanya, § 137).’ Vurgusu yapılmaktadır. Bana tazminat ödenmiş olmasına rağmen hala mağduriyetlerim devam etmektedir. Halbuki bunun acilen giderilmesi hem anayasal bir zorunluluktur, hem de Yargıtay içtihadıdır. Bunlar çok açıkken benim bir de ‘katılan’ konusunda hatırlatma yapmak zorunda kalmam ayrı bir garipliktir. Yargıtay’ın bu çok önemli vurgusunun da unutulmamasını ve zapta geçirilmesini de talep ediyorum. Bu celse karar verilmemesi, bir şekilde duruşmanın ertelenmesi gibi bir durum olur ise benim beraatime her koşulda bu duruşmada karar verilmesini de gene taleplerim arasındadır. Son olarak yıllar önce ıskartaya çıkmış ,üçte biri yok olmuş, tedavülden kalkmış ve ahlaksızca istismar edilmiş dolarım da dahil altı dolarımın, henüz alamadığım dijital malzemelerimin tarafıma verilmesiyle birlikte beraatime hükmeden Yargıtay kararına göre beraatime karar verilmesini de talep ediyorum.”
Mehmet Altan’ın savunmasından sonra sanık avukatları beyanda bulundular. Nazlı Ilıcak’ın avukatı Kemal Ertuğ Derin, Ilıcak’ın örgüte yardım ettiği yönündeki iddiaların gerçeği yansıtmadığını kaydetti. Avukat Derin, mahkûmiyetin kesin bir delile dayanmak zorunda olduğunu belirterek, yargı paketinde yer alan değişiklikler gereğince Nazlı Ilıcak’ın beraatini talep etti.
Şükrü Tuğrul Özşengül’ün avukatı Mustafa Bal beyanında, “Gerçekle bağı olmayan verilerlerle, manipüle edilmiş delillerle sonuca gidilmeye çalışılıyor” dedi. Bal sözlerine şu şekilde devam etti: Programda “tankların çıktığını” söylemiş. Herkesin gördüğünü söylemiş. Gördüğünü ifade etmek, “referans beyan” anlamına gelemez. Dostoyevski’nin bir cümlesinden biri suç uydurabilir, ama kitabı okursanız edebî bir eser ortaya çıkar. Burada da Özşengül’ün cümleleri cımbızlanıyor, bütününe bakılmıyor. Delil bütünlüğü bozulmuştur, suçtan delile gidilmek istenmiştir. Şükrü Tuğrul Ezşengül sizin mahkemeniz tarafından mağduriyete uğratılmıştır.”
Özşengül’ün iki kez anjiyo olduğunu ve ameliyatla üç kalp damarının değiştiğini söyleyen avukat Bal, müvekkilinin beraatini talep ederek savunmasını tamamladı.
Ahmet Altan ve Mehmet Altan’ın’ın avukatı Figen Albuga Çalıkuşu da beyanında, “Bizim bir anayasımız var. Millet yargıya egemenlik hakkını, anayasaya bağlı olarak kullanması için devretmiştir. 16 Haziran 2016’da Ankara’da bir savcı iddianamesinde darbe olabileceğini yazmıştı. Ama sanki tek devlet yetkilisi Ahmet Altan’mış da önleyemediği için yargılanıyor. Mahkemeniz, AYM’nin Mehmet Altan kararını zapta dahi almak istemedi, tahliye taleplerini reddetti. Bugün de Ahmet Altan hakkında AYM’nin oy çokluğuyla aldığı “ihlal yoktur” kararını sordu. Bu bir çelişki değil midir. Bugün savcının mütalaasına baktığımda suça konulan eylem gazetecilik faaliyeti. Terörle, düşünce arasındaki mesafe sınırlandı. İhtiyaç oldu, terörle mücadele kanunu değiştirildi ve düşünce ile haber suç olmaktan çıkarıldı. Ahmet Altan yasal reformdan doğrudan yararlanmalıdır CMK’nın 210. maddesine göre bir suçlama bir tanığın beyanına dayanıyorsa, bu tanık duruşmada dinlenir. Biz duruşmada ne Nurettin Veren’i ne de “Söğüt” kod adlı tanığı dinlendik. Söğüt İstinaf’ta, duruşmadan bir gün önce haberimiz olmadan ifade verdi. “Manevi cebir”den söz edilirken ihtiyacımız olan maddi, somut bir delildir. Bu dosyada yok. Düşüncesini açıklayan bir gazeteci yazar 1138 gündür içeride tutuluyor. Terörle mücadele kanununda yapılan bir değişiklik de olduğunu vurgulayarak Ahmet Altan’ın beraatini talep ediyorum. Bu davayı izleyenlerin adalet duygusunun incinmemesi gerekiyor. Hüseyin Avni Mutlu ve Hüseyin Çapkın’dan esirgenmeyen indirimlerin, müvekkilimden de esirgenmemesini talep ediyorum” dedi. Avukat Çalıkuşu, Mehmet Altan yönünden de TBMM adına katılımın anayasaya aykırılığını beyan ederek müvekkilinin Yargıtay kararı uyarınca beraatini talep etti.
Avukatların savunmalarını tamamlamasının ardından mahkeme duruşmaya 20 dakikalık bir ara verdi. Aradan sonra duruşmada mahkeme son sözleri dinledi. ilk olarak Nazlı Ilıcak konuştu. Ilıcak, “220/7’den yargılanan tüm gazetecilerin ya tutuksuz yargılandıklarını ya da tahliye edildiklerini hatırlatıyor, iktidarın 75 yaş için bir düzenleme getireceğini de belirterek hiç değilse tahliyeme karar vermenizi istiyorum” dedi. Şükrü Tuğrul Özşengül, beraat ve tahliye talebinde bulunurken, Yakup Şimşek, “Bana yapılan silahlı terör örgütü üyeliği suçlaması bir iftiradır. Beraat dışında bir karar verirseniz, kapımı haksız çalanın kapısı haksız çalınacaktır” ifadelerini kullandı. Fevzi Yazıcı, üç yıldır haksız yere yargılandığını, mahkûmiyeti halinde bunun bir “bebek davası” daha olacağını, tarihten ders alınması gerektiğini kaydetti. Ahmet Altan, hukuka uyulmasını isterken; Mehmet Altan, Yargıtay kararı gereğince beraatini talep etti.
Mahkeme kararı açıkladı
Mahkeme son sözlerin ardından duruşmaya ara verdi. Aranın ardından açıklanan kararda Mahkeme Mehmet Altan’ın beraatine, Nazlı Ilıcak’ın ise “FETÖ terör örgütüne yardım etmek” suçundan 8 yıl 9 ay hapisle cezalandırılmasına ve adli kontrolle tahliyesine karar verdi. Ahmet Altan da ‘örgüte yardım’ suçundan 10 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı ve tahliyesine karar verildi.Fevzi Yazıcı ve Yakup Şimşek’e 11 yıl üçer ay, Şükrü Tuğrul Özşengül’e de 12 yıl hapis cezası verildi
İşte mahkeme kararının tam metni
Ne olmuştu?
Bu kararın da temyiz edilmesi üzerine, dosya Yargıtay 16. Ceza Dairesi’ne gönderilmiş, yüksek mahkeme, Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak’ın da aralarında bulunduğu 6 sanığa, “Anayasa’yı ihlal” suçundan verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarını bozmuştu.
Sanıklardan Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak’ın eyleminin “Anayasa’yı ihlal” değil, “terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etmek” suçunu oluşturduğuna karar veren daire, bu sanıkların “Anayasa’yı ihlal” suçuna fail olarak iştirak ettiklerinin kanıtlanamadığını belirtmişti.
Anayasa Mahkemesinin “kişi hürriyeti ve güvenliğinin ihlal edildiğine” ilişkin kararı üzerine adli kontrol hükümleri kapsamında tahliye edilen Mehmet Altan’ın yeterli ve inandırıcı delil bulunmadığından beraatine karar verilmesini isteyen yüksek mahkeme, sanıklar Şükrü Tuğrul Özşengül, Fevzi Yazıcı ve Yakup Şimşek’in eylemlerinin ise, “anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçunu değil, “silahlı terör örgütü üyeliği” suçunu oluşturduğuna kanaat getirmişti.
Daire, tutuklu 5 sanığın tahliye taleplerini reddetmişti.
Davaya tekrar bakan İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi, bozma ilamına uyarak tutuklu sanıkların bu hallerinin devamına hükmetmişti.