Gazetecileri Koruma Komitesi’nin (CPJ) 2021 Basın Özgürlüğü Ödülleri New York’ta düzenlenen bir törenle sahiplerini buldu.
Bu yıl Belarus’tan Katsiaryna Barysevich, Guatemala’dan Anastasia Mejía, Mozambik’ten Matías Guente ve Myanmar’dan Aye Chan Naing ödüle değer görüldü.
Gwen Ifill Basın Özgürlüğü Ödülü’nün sahibiyse Çinli gazeteci Jimmy Lai oldu.
Ödül töreni öncesi değerlendirme sürecini Amerika’nın Sesi’ne anlatan Gazetecileri Koruma Komitesi İcra Direktörü Joel Simon, “Her yıl beş bölgesel programımız dünyanın dört bir yanında tehdit altındaki gazetecilerle yakın işbirliği içinde çalışıyor. Onları tanıyor, hikayelerini öğreniyor ve Uluslararası Basın Özgürlüğü Ödülü’ne aday gösteriyorlar.Daha sonra onur listemiz yönetim kurulumuza sunuluyor ve onlar da bu listeyi onaylıyorlar. Onurlandıracağımız harika gazetecilerden yana hiç sıkıntımız yok; bu işin en kolay yanı, zor olan, bu tür bir tanınmayı hak eden gazetecileri, cesur gazetecileri seçmek” diye konuştu.
Ödüle değer bulunmak için gerekli nitelikleri paylaşan Joel Simon, “İlki, mesleğinizin zirvesinde seçkin bir gazeteci olmanız gerektiği. İkincisi ise, dışarı çıkma ve bir şeyleri haber yapma cesareti göstermeniz. Yani bu ödül, hem olağanüstü gazetecilik, hem de olağanüstü cesaret için” değerlendirmesinde bulundu.
“Her zaman gazeteciliğin normal bir iş olması gerektiğini söylerim. Ne yazık ki, dünyanın bazı yerlerinde durum böyle değil.Burada dört ülke var ama gazetecilik yapma eyleminin, özellikle de hesap verebilirlik, gazetecilik, iktidardaki yetkilileri tehdit eden gazetecilik yapma eyleminin doğası gereği tehlikeli olduğu birçok başka ülke de seçebilirdik. Biz hem yaptıkları işi hem de aldıkları riski tanımak ve ödüllerin onlara sağladığı tanınma yoluyla, işlerini biraz daha güvenli hale getirebileceğimizi umuyoruz ve aynı zamanda yaptıkları işi, meslektaşlarının, gazetecilerin tehditlerle karşılaştığı yerlerde yapıyor olmalarına dikkat çekmek istiyoruz” diyen Simon, 1997’de komitede görev yapmaya başladığında, demokrasi, insan hakları ve basın özgürlüğü konusunda derin bir iyimserlik dönemi hüküm sürdüğünü belirterek, “Sonuçta gazeteciler Sovyetler’in çöküşünde kritik bir rol oynadı. Ayrıca Latin Amerika’yla ilgili insan hakları haberleri, o bölgedeki askeri hükümetlerin çökmesine yol açtı” dedi.
Tüm dünyadaki baskıcı ve otokratik hükümetlerin, özellikle teknoloji ve bilgi çağında, basını kontrol edenlerin gücü kontrol ettiğini anladığına dikkat çeken Joel Simon, gazetecilerin kamuoyu algısının şekillenmesine yardımcı olduğuna işaret etti.
Simon, “Bu yüzden gazeteciler dünyanın dört bir yanındaki hükümetlerle, hem şiddet uygulayan ve yasal işlem yapan baskıcı hükümetlerle, hem de Amerika da dahil olmak üzere sadece popülist liderlere karşı savaştıkları demokrasilerde bulunan hükümetlerle çatışıyorlar” dedi.
ABD Başkanlarının dünya medyası üzerindeki etkisine dikkat çeken Simon eski Başkan Donald Trump’ın basın mensuplarıyla ilişkisini hatırlatarak, “Basının rolünü marjinalleştirmeye, gayri meşrulaştırmaya, baltalamaya çalışan ve bunu yaparak kendi söylemlerini öne süren Başkan Trump kesinlikle bu eğilimin bir örneğidir. Bu nedenle, ödüle değer gördüğümüz kişilerin bağımsız gazetecilik ortamının Amerika da dahil her yerde değiştiğini kabul ettiğini düşünüyorum, zorluklar artık daha büyük. 25 yıl önce bu işe başladığımda derin bir iyimserlik vardı, ne yazık ki durum artık böyle değil.Başkan Trump ‘sahte haber’ terimini kullanmaya ve gazetecilere ‘halk düşmanı’ demeye başladığında, dünyanın her yerinde otokratik hükümetlerin aynı retoriği benimsediğini ve bunu kendi ülkelerinde bağımsız gazeteciliği bastırmak için kullandığını gördük. Bush yönetiminin teröre karşı savaş söylemini benimsediğini gördüğümüzde, hükümetlerin tüm dünyada terörle mücadele yasalarını kullanarak terörü bastırma kisvesi altında medyaya baskı uyguladığını gördük.Afganistan’da yaşananların Biden yönetiminde bizim güvenilirliğimizi gerçekten sarstığını düşünüyorum. O ülkede canlı bir medya topluluğu oluşturan gazeteciler, rejimin çöküşüyle büyük tehdit altına girdi ve ABD hükümeti onları korumak için adım atmadı, güvenliklerine yardımcı olmadı. Ve bence o gazeteciler de biz de çok hayal kırıklığına uğradık, dünyanın dört bir yanındaki gazeteciler olanları gördü ve bence bu ABD’nin güvenilirliğini daha da zedeledi” ifadelerini kullandı.
Taleban’ın iktidara gelmesinin ardından Afganistan’da gazetecilerin değişen çalışma koşullarına da değinen Simon, “İnanılmaz derecede becerikli Afgan gazeteciler sınırları zorlayabilir, sırf beceriklilikleri sayesinde hayatta kalabilir mi?Bilirsiniz, ülkeyi yönetmeleri gerekir, hükümeti yönetmeleri gerekir, bunlar mütevazı düzeyde bir pragmatizm gerektirir. Ve bence, soru şu ki, bu pragmatik unsurlar veya düşünceler, gazeteciliğin içinde işleyebileceği bir nebze olsun alan sağlamak için kullanılabilir mi? Bence bu mümkün” şeklinde konuştu.
Geleneksel baskıcı stratejiler uygulayan hükümetlere Çin, İran ve Küba’yı örnek gösteren Simon, sansür sorununu vurguladı. Simon, “Biliyorsunuz, bunlar seçilmiş otokratlar, Türkiye’de Erdoğan, Macaristan’da Orban… Ve bu liderler, halkı kutuplaştırmayı ve kendilerini gerçekten incelemeye ve hesap verebilirliğe maruz bırakmadan iktidarı ellerinde tutmalarına ve hükümet aracını kontrol etmelerine olanak tanıyan baskıcı stratejiler kullanıyorlar” dedi.
Gazetecileri Koruma Komitesi İcra Direktörü Joel Simon, “Basın özgürlüğü veya ifade özgürlüğü bilgi çağının savaşıdır. Bu savaşta galip gelmeliyiz. Gerçekten zor ve uzun süreli bir mücadele içinde olduğumuzu bilmeliyiz” diye konuştu.
Kaynak: https://www.amerikaninsesi.com/