Faruk Bildirici, 38 yıllık gazeteci. 12 Eylül darbesinden kısa süre önce Cumhuriyet’te muhabirlikle çıktığı gazetecilik yolculuğunu 1992 yılından beri Hürriyet gazetesinde sürdürüyor. Bu gazetede farklı görevler üstlenen Bildirici, yedi yıldır “Okur Temsilcisi” olarak, okurlardan gelen eleştirileri editoryal kadroya iletmenin ötesinde, çalışma arkadaşlarının gazeteciliğin evrensel etik kurallarına uygun bulmadığı haber ve yazılarına ilişkin görüşlerini köşesine de taşıyor. Bildirici “Günahlarımızda Yıkandık-Örneklerle Gazetecilik Meslek Etiği” kitabında “Okur Temsilcisi” olarak gazetede yer alan yazılarının yanısıra AKP iktidarıyla zirve yapan “Medyayı hizaya getirme” zihniyetini, son döneme damgasını vuran “uçak gazeteciliği”ni ve “hapsedilen basın özgürlüğü”nü anlattı. Kitabını, gazete ve gazetecilere yönelik baskıyı, iktidarın palazlandırdığı “itibara mazhar gazetecilik” anlayışını konuştuğumuz Faruk Bildirici, “Gazetecilik açısından kara bir dönemdeyiz” diyor.
»Öncelikle kitabın çıkış noktası olan okur temsilciliğinden söz eder misiniz?
Okur temsilciliğinin, batıdaki deyimiyle gazete ombudsmanlığının temel amacı, o kurumdaki etik sorunları denetlemek ve daha kaliteli gazetecilik yapılmasını sağlamak. Daha kaliteli gazetecilik yapılması için de ombudsmanın durduğu yer çok önemli. Bu süreçte bazı arkadaşlarımla karşı karşıya geldim, onları eleştirdim. Türkiye’de okur temsilciliğinin kabul edilmesinde önemli bir noktaya geldik. Hürriyet’i çok sert eleştirenler bile bir haber, yazı, yorum, fotoğrafla ilgili başvuruda bulunuyorlar. Ben bu işi yaparken amacım okuru da aydınlatmak.
»Uzun gazetecilik deneyiminiz çerçevesinde bugünkü tabloyla ilgili neler söylemek istersiniz?
Günümüz gazeteciliğine baktığımızda gazetelerin sahiplik yapısı başta olmak üzere dayatılan gazetecilik anlayışı açısından meslek çok kötü bir noktada. Sorgulayıcı, araştırmacı gazetecilik, skaldalların, yalanların peşine düşen bir gazetecilik yok artık. Bu çok kötü ama daha kötüsü bunun doğal görülmeye başlanması. Özellikle genç gazetecilerin mevcut durumu geçmiş örnekleri de inceleyerek sorgulaması gerekiyor. Evet bugün kötü bir noktadayız ama yine de özellikle bu mesleği yapmak isteyenlere çağrım, içimizdeki gazeteciyi öldürmeyelim. Öldürmemenin yolu da sürekli olarak gerçek gazeteciliğin ne olduğunu hatırlatmak.
»Eleştirel bakış açısı, objektif habercilik bir yana birkaç gazete hariç “sipariş” ortak manşetlerle çıkıyor gazeteler…
Evet gazeteler basın bültenine dönüştürülüyor bu şekilde. Kitapta “Medyayı Hizaya Getirmek” bölümünde de anlattım. Medyanın bir bölümü bağımlı, iktidar tarafından yönetilebilir bir hale getirilirken, diğerlerine de sürekli baskı uygulanıyor. Geçenlerde evdeki eski mizah dergilerini karıştırdım. Akbaba, Gırgır… O dergilere bakıldığında durum ortaya çıkıyor zaten. Hepsinde dönemin siyasetçileri ile ilgili karikatürler, espriler var. Şimdi başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere iktidarda bulunanların karikatürleri çizilemiyor ya da çizilince dava konusu oluyor. Siyasetçiler şunu bilmeli, gazeteciler gerçek işlevini yerine getiremedinde, yani yazıp çizemediği, sorgulayamadığı zaman uzun vadede bundan siyasetçinin bizzat kendisi zarar görür.
“Sipariş soru” dönemi
»“Akreditasyon” uygulaması hızla yaygınlaştırıldı. Siyasi gücü elinde bulunduranlar sadece “seçtikleri” gazetecilerin karşısına çıkıyorlar. Bu uygulama ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Her yerde akreditasyon uygulaması var. Basın müşavirleri mail grupları kuruyorlar, basın toplantısı ile ilgili sorular Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü, AKP Sözcüsü dahil olmak üzere toplantıyı düzenleyene önceden gönderiliyor. Toplantıdan önce kimilerine “senin sorun kabul görmedi” deniliyor, “akredite gazeteci” de “tamam o zaman” deyip o soruyu sormuyor. O sipariş soru soruluyor ve yanıtı alınıyor. Eskiden siyasi iktidar, güç sahipleri “şu haberi şöyle yazmasanız, bu haber böyle yayınlanmasa” diye baskı yapardı. Şimdi o nokta çoktan geçildi, “Bu haberi aynen böyle verin” diye baskı yapılıyor. Bunu yapan sadece siyasiler değil. Toplumdaki bütün güç odakları böyle bir baskı kurmuş durumda ve sözlerini geçiriyorlar ne yazık ki. Sahadaki gazeticinin gücü gazetesinin gücü kadardır. Bir muhabir her şeye rağmen soru sorup güç odaklarıyla karşı karşıya geldiğinde kurumu destek vermediği için hedef haline geliyor. Bir anımı aktarayım. Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde bir basın toplantısında “Sizin Nakşibendi olduğunuz söyleniyor doğru mu” diye sordum. Çok kızdı kıpkırmazı oldu. “Gazeteciler şöyledir, böyledir” diye bir ton laf etti. Ben bir kez daha kalktım ve “Soruma cevap alamadım evet mi hayır mı” diye yineledim. Aynı şeyleri tekrarlayınca bir kez daha kalktım ve “Hayır demediğinize göre yanıtını evet kabul ediyorum” dedim.
Özel uçak gazeteciliği
»Kitapta, “Özel Uçak Gazeteciliği” diye ayrı bir bölüm var. Biraz söz eder misiniz bu bölümde anlattıklarınızdan?
Başta Erdoğan olmak üzere Binali Yıldırım ve Davutoğlu’nun uçaklarında yaşanan ancak hiçbir şekilde haberlere yansımayan şeyleri merak ettim ve bizzat yaşayanların anlattıklarını aktarmak istedim. Bir kadro var hep aynı isimleri görüyoruz uçakta. Eskiden uçağa davet edilenler de gazetecilik yapardı. Ancak şimdi uçağa davet edilmek bir “ödül” gibi değerlendiriliyor ve “itibara mazhar gazeteci” konumuna gelenler, cezalandırmamak için gerekeni yapıyor, tanık olduklarını yazmıyor. O uçağa binenler sadece “haber” yapmak için orada bulunmuyorlar. Patronlarının özel sorunlarını aktarmak için ikili görüşmeler yapıyorlar. Uçaktaki basın toplantılarından önce konu başlıkları belirleniyor, basın toplantısının nasıl olduğu ortada zaten. Asla sorgulayıcı bir tavır yok. Toplantıdan sonra oradakilerden biri ya da Cumhurbaşkanı Basın Müşaviri metni deşifre ediyor. Dolayısıyla aradan kaçan bir söz varsa onlar da ayıklanarak gazetecilere veriliyor, o yayımlanıyor.
Gazetecilik suç değildir
»Bir yanda anlattığınız “uçan gazeteciler” bir yanda da gazetecilik yaptıkları için yargılanan ve hapse girenler…
Gazetecilik suç değildir. Suç olarak göstermenin nedeni de gazeteciliği baskı altında tutmaktan başka bir şey değil. Çünkü kurumları baskı altında tutmak ya da elde etmek gazetecileri susturmaya yetmiyor.Susturamadıklarını bu yolla cezalandırıyorlar. Ama ne yaparlarsa yapsınlar gazeteciliği öldüremeyecekler. Belki ben, sen, o, biz kalmayabiliriz. Ama gazetecilik ölmeyecek. Bu ülkede gazeteciliği doğru düzgün yapan insanlar hep var olacak. Çünkü haber alma ihtiyacı her zaman var olacak. Şimdi gazetelerin hepsine aynı başlıkları attırabilirsiniz, hiç haber koydurmayabilirsiniz ama insanlar eninde sonunda habere ulaşmanın bir yolunu bulurlar. En baskıcı rejimlerde bile alternatif üretilmiştir.
»Gazetenizdeki sahip değişikliği ardından okur temsilciliğiniz böyle devam edecek mi?
Sahiplerin değişmesinin ardından yöneticilere “Yayın ilkeleri ne olacak” diye sordum. “Demirören Medya Grubu Yayın İlkeleri” olarak isim değişikliği yapıldı. Ama ilkeler güncellenecek. Ben medya etiğinin yanısıra gazetenin yayın ilkelerini de dikkate alarak yazıyorum. Bir arkadaşı eleştirdiğim zaman bu ilkeleri de hatırlatıyorum. Örneğin Abdulkadir Selvi için yazdım bugün, “Kamuoyu araştırmaları böyle yazılmaz çünkü yayın ilkelerinde böyle söylüyor. Sen, ‘Güvenilir bir araştırma şirketine göre’ diye yazamazsın. Şirketin adını verirsin, araştırmanın yapıldığı tarihi, denek sayısını, kimin tarafından yaptırıldığını verirsin ve okur da ona göre değerlendirir zaten” diye.
Kral Çıplak demeye devam
»Kitapta yazdıklarınız, anlattıklarınız ışığında gazeteciliği nasıl günler bekliyor?
Medya tarihine baktığımızda gerçekten günahlarımız var. Mesele her zaman olduğu gibi günah ya da yanlış olduğunu bilmek kadar bundan arınabilmek uzaklaşabilmek. Ben kitabın girişinde bunu söylüyorum. Evet günahlarımızla yıkandık ama arınabildik mi mesele bu? Bütün kitap boyunca onun yanıtını arıyorum. Gazetecilik okullarına, mesleğe yeni başlayan insanlara ve bulunduğum yerden tüm insanlara doğru bildiğim şeyleri anlatmak. Yapmak istediği şey buydu benim. Var olanı doğru tespit etmek teslim olmak demek değil. Kara bir dönemden geçiyoruz. Ama umutluyuz. Her koşulda kral çıplak demeye devam edecekler olacak. Umutsuz olmak teslim olmak demektir. Evet kara bir dönemden geçiyoruz ama mücadele edeceğiz. 12 Eylül dönemi askerler akşam üzeri arıyordu, “şu konu” ya da “şu haber yasak” diyordu. Şimdi basın müşavirleri arıyor. Baskı her dönem benzer yöntemlerle ortaya çıkıyor. O ama gazeteciler için şimdi daha ağır bir dönem diyebilirim.
Kaynak: Birgün