Savaşlar, krizler, felaketler- Türkiye ve Suriye’deki son depremler gibi: Bunların tümü gazetecilerin adım attığı alanlardır. Bunu görev saydıkları ve hatta dördüncü kuvvet olmanın getirdiği bir misyon olarak gördükleri için yaparlar. Ancak burada haberleştirme şekli birtakım çatışmaları da içinde barındırır. Muhabirler, mümkün olan en kısa sürede çok şey öğrenmek isterler. Kendilerini güvenin önce kazanılması gereken kıt bir kaynak olduğu durumlarda bulurlar. Bir öğrenme sürecidir bu. Bu, haberleştirme süreçleri ve medyayı kullananların faydasınadır. Eğer bu görev ihmal edilirse, kaynaklar da süreç içinde kapanacaktır.
Süreç içinde benden “Savaş gazeteciliği ve çatışmalarda gazeteci olmak isteyen genç nesillere tavsiyeler” konusunu gündeme getirmem istendi. Afgan savaşında, Irak, Türkiye ve Afrika’daki çatışmalarda yirmi yıllık deneyimim var. Geriye dönüp baktığımda bu hem çok az hem de çok fazla bir zaman.
Savaş gazeteciliği diye bir şey var mı? Savaş muhabiri kime denir? 11 Eylül’ün, yani Teröre Karşı Savaşın yaşanmış gerçeklikten çok tarih olduğunu düşünen genç nesil adına daha az konuşabilirim. İyi ve daha az iyi gazetecilik arasında ayrım yapıyorum. Başka bir ifade ile: Kendinizi bir çatışma bölgesine, koşullara, insanlara ve güvenlik durumuna profesyonel olarak hazırlayın. İki kaynak ilkesi bilinmeli ve gözetilmelidir. Ancak çatışma ortamlarında bunun sınırları kendini daha net göstermektedir.
ÇATIŞMANIN TARAFLARI VE SİVİL HALK
Kendilerine savaş muhabiri diyen veya medya tarafından bu etiketi alanlar çatışma alanlarında kısa süreliğine kendilerini gösterirler. Oralarda birer yabancıdırlar. Ancak ortaya çıkardıkları hikayeler otantik olabilir. Bunun için çatışma taraflarına ve özellikle de sivil halka yeterince zaman ayırmak gerekir.
Savaşların ve krizlerin çoğaldığı dönemlerde, medya aktörleri bir süredir barış gazeteciliği propagandası yapmaya çalışıyor. Son zamanlarda yapıcı habercilik kavramı yükselişe geçti. İkincisi önemli ve gerekli sorular sorar. Ancak aynı zamanda medya içinde ve dışında çıkar grupları tarafından başkalarının çıkarlarının suistimal edilme riskiyle karşı karşıyadırlar.
Önceleri televizyon ve yazılı basın ve zaman zaman da radyo haberciliği alanında hakim pozisyona sahiplerdi. Günümüzde ne kadar sosyal oldukları tartışılır. Sosyal medya sayesinde durum daha karmaşık hale geldi. Burada kim, hangi kritere göre hâlâ lider rolü üstlenebilir? Yeni çeşitlilik ve alandaki aktörlerin çokluğu nedeniyle ortaya çıkan karmaşıklık yeni büyük aktörlerin ortaya çıkmasına ve bunların kendi tüketicilerini bulup manipüle etme ihtimalini güçlendiriyor. Bu hem otoriter sistemler hem de demokrasiler için söz konusu.
Bağımsız bir “dördüncü kuvvet” hiç bu kadar acil bir ihtiyaç haline gelmemişti. Ancak bu nasıl sağlanacak? Dünya çapında kamu hizmeti medyasına karşı artan güvensizlik bunun sadece bir işaretidir.
SAVAŞ MUHABİRLERİ NESLİ TÜKENMEKTE OLAN CANLILAR GİBİ
Kriz haberciliği aydan aya hızla değişiyor. Veri gazeteciliği giderek daha önemli hale geliyor. Niceliksel olanın ağırlığı artıyor. Ancak bununla otomatik olarak daha iyi haberlere kavuşuyor muyuz? Futbol maçı istatistiklerini düşündüğünüzde bunun bir yanılgı olduğu görülür. Bir takımın topa yüzde 90 oranında sahip olması gol sayısında öne geçeceği anlamına gelmez.
Mevcut durumda birkaç olumlu eğilimden biri şudur: Ödeme gücü bulunan medya giderek daha artan bir oranda araştırmacı ekiplerle çalışıyor ve bunların çoğu kadrolu elemanlardan oluşuyor. Bu daha uzun süreli araştırmacı gazeteciliği mümkün hale getiriyor. Araştırmacı ekipler yazar ve gazetecilere daha sağlam veriler sunabiliyor. Militarizasyonun ve agresif manipülasyonların arttığı zamanlarında medya kuruluşlarının ayakta kalabilmesi için bu önemli bir ihtiyaç olarak görülüyor. Tek başına çalışan yurtdışı ve savaş bölgesi muhabirleri ise nesli tükenmekte olan canlılar durumundadır.
YEREL İRTİBAT ÖNEMLİ
Çatışma bölgelerine gidenlerin yerel irtibat noktalarına ihtiyacı vardır, bu ister savaş, isterse deprem bölgeleri olsun. Yerel yardımcı unsurlar yeni muhatapları buluyor, arada güven oluşturuyor ve dil ve kültürel bariyerlerin aşılmasında yardımcı oluyor. Ancak üretilen haberlerde bu arkadaşlarımızın isimlerini ve katkılarını nadiren görebiliyoruz.
Afganistan’daki savaş sırasında, yabancı muhabirlerin çoğu yerleşik, yani (tek başına) dengeli haberciliğin mümkün olmadığı bir askeri ortama entegre olarak çalıştı. Bir çatışmanın çeşitli gerçekliklerini ve ruh hallerini ise ancak halkın arasına girerek, yani iki tarafın arasında aktif olarak öğrenebilirsiniz. Bu ise zaman, bağımsız bir ruh ve daha fazla kaynak gerektiren bir şeydir.
İşler zorlaştığında, imdadınıza koşacak yardımcılara ihtiyacınız var. Mesleği temsil eden güvenilir gazeteci dernekleri burada devreye giriyor. Yerel dil bilgisi yardımcı olur. Nasıl biz Batı’da kriz bölgelerinden gelen insanları kendi dilimizi konuşmaya başladıklarında daha kolay yardımcı olabiliyorsak, savaştaki insanlar da birinin kendileriyle ciddi şekilde ilgilendiğini fark ettiklerinde ve önyargılı klişelerin ötesine geçtiklerini gördüklerinde aynı şekilde davranıyorlar.
* Martin Gerner, ARD ve Deutschlandfunk muhabiri, film yazarı ve kitap yazarıdır. 2004 yılında beri kriz ve savaş bölgelerinde yerli gazetecileri eğitiyor.