Akhisar Süleymanlı Cezaevi’nde tutuklu olan gazeteci Zafer Özcan, tutsak geçirdiği ilk bayramı kızı Ebrar Beyza Özcan’a yazdığı mektubunda anlattı.
Ebrar Beyza Özcan’ın ‘Babamdan mektup var’ anonsuyla kişisel blogunda paylaştığı mektupta Zafer Özcan, kızına cazaevini şöyle anlatıyor: ”Anladım ki cezaevi, duyguların en taşkın halinin mekanı. Üzüntüyü ve kederi ne kadar hissederek yaşıyorsak, coşku ve sevincin de hakkını o kadar veriyoruz. “Bizi bırakmazlar abi”ler ne kadar yaygınsa, “bu ay bu iş tamam” temennileri de o kadar sahici.”
İşte Zafer Özcan’ın ‘Cezaevinde bayram sabahı’ başlıklı mektubunun tamamı:
Sabah 7’de açılan küçük bahçemizde telaşlı bir koşturmaca yaşanıyor. Herkes bir işin ucundan tutma gayretinde. Bir grup domatesleri soyuyor, soğanlar bir başka ekipte, biberler akşamdan hazırlanmış. İki kişi uzatma kablolarını kullanarak bahçeye elektrik getirmeye çalışıyor. Kantinde satılan kavurmalar da hazır. O sırada gözüm çay semaverine takılıyor. Akşamdan yıkandığını görmüştüm. Şimdi bahçede göreve hazır. Ve sürpriz, bayram kahvaltımızda menemen var. İlk kez şahit olduğumdan bana enikonu tuhaf geliyor. Çay semaverinde pişirilecek yumurtasız menemen. Garipsiyorum, nasıl olacak diyorum oysa pişirme görevini üstlenen kader arkadaşım Fatih çok rahat. “Hayatında böylesini yememişsindir abi, buna yumurtasız Haymana menemeni derler.” Cezaevinde 3 yılı devirmiş, artık ona ne tuhaf gelebilir ki?
İyi de bu derin semaverdeki menemen nasıl karıştırılacak? Kepçelerimiz plastik, kaşıklarımız teneke. Hiçbiri iş görmez. Oysa insan beyni en iyi yoklukta çalışıyor. Bazı arkadaşların, beşlik su şişelerini takıp ağırlık çalıştığı eski bir çekpas sapına takılıyor gözümüz. Tahta lakin sağlam. Hemen ele alınıyor. Kaşık sapıyla sürtülerek üst kısmı soyuluyor. Güzel de yıkadık mı işte menemen karıştırıcımız da hazır. Menemen pişerken masalar kuruluyor. Diğer semaverde çayımız demleniyor. Yeşillliklerimiz bile hazır. Ve sadece bir saat sonra tarifsiz güzellikte bir bayram kahvaltısı. Psikolojik midir bilmiyorum ama menemenin tadı muazzam geliyor bana. Evde çoluk çocuk yapılacak bir bayram kahvaltısı yerine cezaevinde olmanın buruk tadı çaylarımıza karışıyor lakin kimse bozuntuya vermiyor. Her şeye rağmen bugün bayram ve bayramın o kendine özgü ılık, tatlı esintisi, yüksek duvarlarımızı aşarak bize ulaşmayı başarmış. Espriler patlatılıyor, bahçeden kahkahalar yükseliyor. Araya menemen soğanlı mı soğansız mı olur tartışması bile sokuşturmayı başarıyoruz. Elbette oylama soğan lehine sonuçlanıyor.
Kahvaltıdan sonra en büyüğümüz Kemal Amca’dan başlayarak alabildiğine samimi, ruhlarımızın yaralarına iyi geldiğini hissettiren bayramlaşma faslı başlıyor. Yüzlerine yansıyan ışıltıdan, o koğuştaki 23 kişinin huzur dolu bir bayram karşılaması yaptığını farkediyorum. Birkaç saatliğine de olsa dertler, tasalar, endişeler, özlemler, insanı yoran beklentiler geride bırakılmış besbelli. Cezaevinde insan geçmişin ve geleceğin kıskacından kurtulup anı yaşayabilirse, hayat daha katlanılır hale geliyor. Kahvaltı sonrası keyif çaylarımızı içerken düşünüyorum. Bu kadar samimi bir bayram sabahını en son ne zaman yaşadığımı hatırlamıyorum. Yıllardır dışarıdaki bayramlarımızı zehirleyen hırslar, hasetler, beklentiler, rekabetler, ayrışmalar, kutuplaşmalar burada kendine akacak mecra, sızacak delik bulamıyor. Burada insan bütün unvanlardan, bütün makamlardan, bütün hırslardan, bütün beklentilerden, bütün streslerden hatta bütün korkularından kısacası bütün yüklerinden arınıyor. Cezaevini bir kelime anlat deseler “arınma” derdim. Evet, bir tür arınma süreci burada yaşanan. Aslında ihtiyaç olan ancak sadece bu gibi şartlarda farkına varılan bir arınma.
Dışarıdan bakıldığında cezaevi sanki yaşama ara verilen, derdin kederin ağlarını ördüğü, tamamen maneviyatla yaşanan, kabus halini sürekli kılan bir mekan gibi görünüyor. Ben de öyle görenlerdendim. Ancak anladım ki cezaevi, duyguların en taşkın halinin mekanı. Üzüntüyü ve kederi ne kadar hissederek yaşıyorsak, coşku ve sevincin de hakkını o kadar veriyoruz. “Bizi bırakmazlar abi”ler ne kadar yaygınsa, “bu ay bu iş tamam” temennileri de o kadar sahici. Kısacası hayat cezaevinde de devam ediyor. Hastaneye sevk edilen veya mahkemeye gidip gelirken, şehirlerin kıyısından geçen cezaevi araçlarının demirli küçük pencerelerinden dışarıyı seyredebilen arkadaşlar koğuşa döndüklerinde “dışarıda hayat devam ediyormuş” esprisini yapmadan duramaz. Oysa o da bilir ki, kendi yaşadığı hayat çok daha sahicidir. Mesela ben, dışarda birbiriyle hiç tanışmamış, aralarında hiçbir akrabalık bağı bulunmayan, çok farklı sosyal çevrelerde yetişmiş bir grup insanın, birbirini bu kadar kollayarak, hakkına hukukuna bu kadar riayet ederek yaşayabileceğini hayal bile edemezdim.
Dışarda hiç tecrübe etmediğimiz, aile içinde bile filiz verememiş bir hayat pratiği bu. Ahmet abinin, kurumun verdiği peynirleri, 23 kişiye hakkaniyetli dağıtabilmek için cetvelle ölçerek kestiği bir yaşam pratiği. Buradaki insanlar dışardaki hayatlarına tekrar döndüklerinde kaldıkları yerden değil, birkaç adım ilerden başlayacaklar. Her şey içerdeki kadar hassas yaşanmayacak belki, hayatın yükleri tekrar ağırlığını hissettirecek elbette lakin o bahsettiğim yaşam pratiğinin tortuları, yeni bir insaniyet inşasının temel harcı olacak kadar kıymetli. Buna bütün kalbimle inanıyorum.
Kaynak:Aktif Haber